ibn-i kayyım 

Bizleri tüm Rasûllerin ortak dini olan ve Allah’ın huzurunda ondan başka bir dinin kabul edilmeyeceği İslam’a hidayet eden Allah’a sonsuz hamd olsun. Salât ve selam, İslam dininin mihenk taşı ve son halkası olan Muhammed Mustafa’ya, onun pak ailesine ve ashabının üzerine olsun.Kim iyilik yaparak kendini Allah`a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah`a varır.
 
Belâ ve musibetlere sabretmeyi netice veren bir çok sebep vardır. 

 1.  Bu bela ve musibetlerin ecir ve mükâfatını müşahede etmek.

  2.  Bu musibet ve felâketlerin, günahlara kefaret olduğunu müşahede etmek.

  3. Bu musibetlere dair câri olan ezeli kaderi müşahede etmek. Bu musibetlerin, daha varlık âleminde yaratılmadan önce "ümmül'l kitapta" ta takdir edilmiş olduğunu ve kaçınılmaz olarak meydana geleceklerini, bunlardan dolayı tedirgin olup sıkılmanın, kendisi için belâdan başka bir şey artırmayacağını müşahede etmesidir.

  4. Kul, o belâ ve musibet hususunda Allah'ın kendisi üzerinde bulunan hakkını müşahede etmelidir. Hiç şüphe yok ki bu musibet esnasında kulun Allah'a karşı görevi, bütün ümmetin ittifakıyla sabretmektir. Bir görüşe göre de sabırla beraber rıza göstermesidir. 

Muhakkak ki kul, bu musibet hususunda Allah'ın kendisi üzerindeki hakkını ve kulluk görevini yerine getirmekle memurdur. Kul bunu yerine getirmek zorundadır, yoksa musibet katlaşarak artar.

  5. Kul, bu musibetlerin kendi günahlarından dolayı başına geldiğini bilmelidir. Nitekim Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır: 

"Size isabet eden herhangi bir musibet kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir." (Şûra Süresi  / Ayet  30) 

İşte bu âyeti kerime, küçük büyük her türlü musibeti kapsamaktadır. Kulun bu sebebi müşahede ermesi, musibetin defedilmesinin en büyük sebebi olan istiğfarla kendisini meşgul eder. Ali b. Talip şöyle demektedir: 

"İnsanın başına gelen her musibet, onun günahlarından kaynaklanmaktadır. Bu musibetin kalkması için, tevbeden başka bir yol yoktur."

  6. Kul bilmelidir ki bu musibeti kendisi için taksim eden ve buna razı olan Allah'ü Teâlâ olup; bu musibet hususunda kendisinin kulluk görevi, efendisi ve mevlâ'sının kendisi için razı olduğu şeye rıza göstermesidir. 

Eğer bu rıza makamına hakkını veremeyecek olsa, bu onun zayıflığından dolayıdır. Bu durumda kul, o musibete sabretme makamına inmelidir. 

Eğer bundan da daha aşağı bir makama inecekse, bu durumda zulüm ve hakka tecavüz makamına iner.

  7. Kul bilmelidir ki bu musibet, kendisinin maslahatını bilen ve kendisine son derece şefkatli olan bir doktorun kendisine gönderdiği bir ilâçtır. Dolayısıyla bu ilâcı yudumlamaya sabretmelidir . Yoksa kızıp şekva etmekle bu ilâcı kusarsa, ilâç faydasız bir şekilse heba olup gider.

  8. Kul bilmedir ki bu ilâcı içmesinin akabinde şifa, afiyet ve sıhhat bulacak; acısı tamamen gidecektir ki, bu ilaç (musibet) olmadan bunların olması mümkün değildi. Eğer onun nefsi bu ilacın acı olduğunu düşünerek onu istememezlik ederse, o bu ilacın akıbetine ve güzel etkisine baksın. 

Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 Olur ki (bazen) hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlı olur ve hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olur. Allah bilir , siz bilemezsiniz.
 (Bakara Suresi / Ayet 216) 

Başka bir âyeti kerimde de şöyle buyuruyor:

 Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, fakat Allah onda bir çok hayır takdir eder.
 (Nisa Suresi/ Ayet  19)

  9. Kul bilmelidir ki bu musibet, kendisini helak edip yok etmek için başına gelmiş değildir. Fakat bu musibet, kulun sabrını denemek ve onu imtihan etmek için onun başına gelmiştir. Böylece Allah'ü Teâlâ, bu kul istihdam edilmeye, kendisinin askerlerinden / taraftarlarından ve dostlarından yapılmaya elverişli midir, değil midir? Bunu ortaya çıkarmaktadır. 

Eğer bu vasıflara elverişli olduğu ortaya çıkarsa, Allah'ü Teâlâ onu seçer, ona ikramını bahşeder, fazilet ve üstünlük elbisesini ona giydirir ve kendi taraftarlarıyla dostlarını onun hizmetçileri ve yardımcıları yapar. 

Yok eğer bu musibet esnasında kul yüz çevirir, topukları üzere gerisin geriye dönerse; bu durumda kul kovulur, arkasından vurulup uzaklaştırılır ve musibeti katlaşarak artar. 

Fakat kul musibetin katlaşıp arttığını hemen hissetmez, ancak daha sonra öğrenir ki bu musibet, kendisi hakkında birkaç musibete dönüşmüştür. 

Şüphesiz ki birbirine zıt olan bu iki mertebe arasında bir saat kadar sabretmek ve bu süre içinde sabretmesi için kalbi teşvik edip cesaretlendirmekten başka bir fark yoktur. Bu iki musibetzededen de musibetin kalkacağı muhakkaktır. Fakat birisinden türlü türlü ikram ve hayırları yerinde bırakarak kalkmakta, diğerinden ise mahrumiyet ve perişanlığı yerinde terk ederek kalkmaktadır. 

Hiç Şüphe yok ki bu, Âlim ve Aziz olan Allah'ın takdiridir. Allah dilediği kimseye fazlu keremini ihsan etmektedir. Muhakkak ki Allah büyük bir kerem sahibidir.

  10. Kul bilmelidir ki, Allah'ü Teâlâ kulunu hem genişlikle, hem darlık ve sıkıntıyla, hem nimetlerle, hemde bela ve musibetlerle terbiye edip eğitmekte; böylece onun her halükârda kulluk görevini yerine getirmesini sağlamaktadır. Zira hakiki kul, her türlü değişik duruma rağmen Allah'a kulluk görevini yerine getiren kuldur. 

Sadece dinin bir ucundan Allah'a ibadet eden, afiyet ve genişlik anında kulluk yapan, kendisine hayır verilince razı ve mutmain olan, imtihana tâbi tutulunca da yüz çeviren kimseye gelince; şüphesiz ki bu, Allah'ın, kendisine kulluk yapmaları için seçtiği seçkin kullarından değildir.

Hiç şüphesiz ki hem afiyet anında, hem de musibetlerle imtihan edilme anında sabit kalan iman, ihtiyaç anında fayda verecek olan imandır. Sadece afiyet anında bulunan imana gelince, bu imanın kul ile devamlı beraber olup, onu mü'minlerin yurduna ve makamlarına ulaştırması neredeyse mümkün değildir. Çünkü devamlı bir şekilde kul ile birlikte bulunacak olan iman, sadece hem afiyet, hemde imtihan anlarında sabit kalabilen imandır.

Muhakkak ki imtihan, kul için körük, onun imanı için de mihenk taşı vazifesini yapar: 

Neticede kul, ya kırmızı altın olarak çıkar, veya altınsız bir çok katışık maddeden ibaret çıkar, yahut da altın ve bakırdan müteşekkil bir madde olarak çıkar. Bu sonuncusunun başına daha bir çok belâ ve musibetler gelerek, onda bulunan bakır maddesini çıkarıp atarlar; böylece bu kul da saf altın hâline gelir.

Eğer kul, belâ ve musibetler vasıtasıyla Allah'ın kendisine olan nimetinin, afiyet vesilesiyle olan nimetinden daha aşağıda ve az olmadığını bilmiş olsaydı; hiç şüphe yok ki onun kalbi ve dili şükretmekle meşgul olup şöyle diyeceklerdi:

"Allahım! Hakkıyla seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel bir şekilde sana ibâdet etmek üzere bana yardım et." 

Kendisinde bulunan kötülükleri ve bakırı çıkarıp atan ve kendisini Allah'ın komşusu olmaya ve O'nun evinde cemâline bakmaya elverişli saf bir altın hâline getiren sebepleri kendisi için takdir eden bir zâta nasıl şükretmesin ki

İşte bu ve benzeri sebepler, belâ ve musibetlere sabretmeyi meyve verirler. Eğer bu sebepler kuvvetli olurlarsa, rıza ve şükür makamlarını da meyve verirler. Bizler Allah'tan, âfiyetiyle bizi bürümesini, minnet ve keremiyle bize muamele edip imtihanıyla bizleri rezil rüsvay etmemesini diliyoruz.
Şehid ibn-i kayyım El Cevziyye (Rahimahulah)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hacı Ahmet Ünlü Kimdir..?

İbn Teymiye